Lahey’deki E.K.’ye Mektup – Anton Pannekoek 

AMSTERDAM, 18 Ocak 1938.

Sayın yoldaş,

Nedensellik sorununun ne olduğunu anlamaya çalışmak istiyorum. Bana öyle geliyor ki, bu kelime genellikle iki farklı şeyi ifade ediyor. Fikir ayrılıklarının nedeni de burada yatıyor olabilir. Gündelik hayatımızda, bir şeyi önceleyen şeye neden deriz: bir taş veya blok yere düşer; sonra sudaki sıçramayı görür veya duyarız; o zaman taşın düşmesinin sıçramanın nedeni olduğunu söyleriz. Yağmur toprağın ıslanmasının ve hava koşullarının bitkiyi büyütmesinin nedenidir; güneş ışığı duvarın ısınmasının nedenidir. Sanırım sizin kavrayışınızı belirleyen de önceki neden ile sonraki sonuç arasındaki bu ilişkidir.

Ancak neden ve sonuç isimlerinin kullanıldığı başka olgular da var ve bunlar bilimde bilhassa önemli hale geldi. Taşın düşmesinin nedeni yeryüzünün onu çekmesidir; düşmenin nedeni yerçekimidir. İlk başta yerçekiminin her zaman var olduğu ve şimdi taş bırakıldığında düşmeye başladığı düşünülüyordu. Ama burada aslında eşzamanlılık vardır; yerçekimi düşmeyle eşzamanlıdır, her zaman çeker ve hızını her zaman arttırır (böylece sadece taşın hızına dikkat eden sığ düşünce taşın peşinden geldiğini sanır).

Doğadaki bir kuvvet, eylemiyle eşzamanlı olarak mevcuttur ve bilimde bu tür kuvvetlere neden denir. Ve bu konuda, neden kelimesinin en azından eski anlamda yanlış bir isim olduğu; zaten mevcut olan, daha orijinal olan ve konuyu açıklayan bir şey olarak düşünülmemesi gerektiği, ancak sadece özet niteliğinde bir isim olduğu elbette uzun zamandır anlaşılmıştır. Yerçekimi, ne düşmekten başka bir şey söyler ne de herhangi bir şeyi açıklar ve yalnızca genel bir isim olarak, yasa denilen şey olarak, tüm olgular için bir formül olarak değer taşır. Bilimdeki bu neden anlayışına yol açan kavrayış açıklığı ilk olarak Marksizmden (özellikle Dietzgen’in yazılarında) geldiği için, eski fikri bir burjuva sınırlaması olarak adlandırabiliriz. Burada, bazı burjuva doğa bilimcilerinin bile (Mach gibi) bu eski inancı bozmak için çok şey yaptıklarını belirtmek gerekir. Görünüşe göre diğer ikisinin kastettiği de bu.[1] Yazının geri kalanına gelince, düşüncelerinizde bana doğru gelen çok şey var, ancak henüz her şey net değil. Aslında burada kimsenin tam bir netliğe ulaşması zor. Şöyle düşünüyor gibisin: dünya her zaman bir bütün olarak aynı dünyadır; tüm ilerleyişi içinde her zaman aynı kalır. Ancak biz, bilincimizde zamanı “şimdi” sürekli yeni anların bir ilerlemesi olarak deneyimliyoruz. Dolayısıyla dünyayı her an yeni olarak algılarız ve dünyanın birliği ve aynı kalması bu nedenle bizim için her sonrakinin bir önceki tarafından belirlendiği, yani önceki nedenin sonraki sonuç olduğu biçimini almalıdır.

Yalnızca düşündüğümüzde bunu varlığın dışında yaptığımızı ve bunun zamansal olmadığını iddia etmeyeceğim. Bildiğimiz tek dünya deneyimlerimizin, olguların dünyasıdır ve bu dünyada akan zaman da diğer her şey kadar deneyimin bir gerçeğidir. Deneyimin ötesinde ne olabileceği hakkında konuşmak anlamsız. Düşüncemiz de tüm bu varlığın bir parçasıdır. Kendisi tüm varlığı kuşatmadığı için, pratikte, anın ve denetlediği sınırlı yer ve çevrenin [içinde] durur. Bundan dolayı da dünyanın kendisini ayakta tuttuğunu ifade ederek, tüm öncekilerin tüm sonrakilerin nedeni olduğunu söyler. Ancak pratikte bunu, sınırlı bir olayda ve sınırlı bir alanda parçalardaki bu tutarlılığı tesis etmeye çalışarak kusurlu bir şekilde yapar.

Bu, zamansal ardışıklık için olduğu kadar, bilimin güçler, nedenler ve yasalar olarak keşfettiği ve bu nedenle her zaman geliştirilmesi gereken ayrı alanlardaki tutarlılık için de geçerlidir. Demem o ki, nedensellik bizim için dünya hakkındaki deneyimlerimizi düzenlemenin yoludur. Umarım bu düşünce hakkında tartışmanın açıklığa kavuşturulmasına katkıda bulunabilmişimdir.


Saygılarımla,
Anton Pannekoek

Notlar

1. “Diğerleri”nden kastedilenin, görüşleri E.’ninkinden farklı olanlar olduğu aşikardır. O dönemde küçük bir Marksist gruba mensup olan E., Pannekoek’e bir mektup yazarak Joseph Dietzgen’in çizdiği ana hatlara cevaben bu grup içinde var olan bir görüş ayrılığı hakkında fikrini sormuştu. Pannekoek’in cevabında, aynı yıl “Lenin’in Filozofluğu”nun Dietzgen’e ayırdığı bölümünde savunacağı şeyi açıkça ortaya koymaya çalışması, şüphesiz bu mektubu okuyanların gözünden kaçmayacaktır. Bu da bizi onun mektubunu burada yayınlamaya sevk etti. (CCC’in notu)